Çarşamba, Ağustos 05, 2015

FİNLANDİYA - SUOMI

2014-2015 kışı uzun ve soğuk geçerken, soğuğa alışan bünyelerimizi yazın terletmeyelim dedik ve bu yaz rotayı kuzeye çevirdik. Biraz fazla kuzey oldu ama serin serin bir yaz tatilimiz oldu.

Sevgili Harbeck ailesinin ve Merketta'nın davetiyle Finlandiya yollarına koyulduk. 12 günlük bir seyahat planlamıştık, ana hedefimiz Finlandiya'nın sonsuz göllerinden birinin  kenarında, güzide bir şehir olan Kangasniemi'de Merketta'nın evinde bir hafta geçirmekti. Öncesindeki haftada da Helsinki ve civarında geziler planladık.  

Önce kısa bir bilgi vize alacaklar için. Finlandiya Konsolosluğu Ankara'da, dolayısıyla oradan vize başvurusu yapılıyor. Ancak, 2014 Kasım'dan itibaren bir süre için Avusturya Konsolosluğu ile anlaştıkları için İstanbul'dan da yetkili vize ofisleri aracılığıyla alınabiliyordu. 1 hafta gibi bir sürede vize çıkıyor.

Sonuç olarak, uçak biletlerimizi aldık, arabamızı kiraladık, Helsinki - Stockholm arası için feribot rezervasyonlarımızı yaptık ve bir Pazartesi günü düştük Helsinki yollarına. 2 çocuk, 12 günlük yurt dışı seyahat, hava durumunun nasıl olacağını kestiremediğimiz için hem yazlık hem kışlık doldurulmuş bavullar uçağımıza yerleştik (herkes bir bavul ve bir sırt çantası hakkını kullandı). 

Ve akşam üstü Helsinki'ye ulaştık. Havaalanından bu kadar eşyayla en rahat ulaşım taksi olduğu için taksiyle otelimize geldik ve Harbeck ailesiyle buluştuk. Otelimiz deniz kenarında Radisson Blue. Güzel, temiz, rahat bir otel. Bizim için sürpriz yanı da otelin geçmişte, Finlandiya'nın en büyük süt ürünleri üreticisi olan Valio firmasının üretim tesisi olmasıydı. Kaldığımız odalarda peynir yapılırmış zamanında. 

Helsinki çok büyük bir şehir değil, düz de olduğu için rahatlıkla yürüyerek dolaşabiliyorsunuz. Tabii biz bebek arabasıyla, olmayan Helsinki bayırlarını bulup tırmanmak zorunda kalmadık da değil. Yürümek istemezseniz tramway, otobüs gibi bir çok alternatif mevcut, biletleri araçların içinde alıyorsunuz. Yalnız, genel olarak pahalı bir ülke, ulaşım da aynı şekilde. Biz, ilk akşamdan eşyaları odaya atıp şehir turuna çıktık ve başladık yürümeye. Zaten tatilimizin ilk haftasını da mütemadiyen yürüyerek geçirdik. 

Bir kere şehir yeşil (zaten ilerleyen günlerde ülkenin ne kadar yeşil olduğunu doya doya göreceğiz), sürekli şehir parklarıyla karşılaşıyorsunuz. İlk akşam tek sorunumuz yemek bulamamaktı ama neyse ki Türk dostlarımız kebap lezzetimizi dünyanın dört köşesine taşımışlardı. Tren istasyonunda bulduğumuz gayet güzel bir Türk restoranında pizzamızı yedik. 

Helsinki'de gezilecek bir kaç belli başlı nokta var. Biz üç çocukla olduğumuzdan müzeleri gezemeyeceğimiz için açık hava müzelerini tercih ettik.

Salı gününe başlangıç noktamız Seurasaari. (Bundan sonrası için not; Saari ada demek, yer isimlerinde göreceğiz)




Helsinki'ye bir köprü ile bağlı, açık hava müzesi olarak düzenlenmiş küçük bir ada. Sabah ilk iş buraya geliyoruz, gezimizin en başında Serpil'den aldığımız bilgiyle 12 gün boyunca bol bol yiyeceğimiz dondurmaların ilkine başlıyoruz. Dondurma hayatın her yerinde, her köşe başında. Fiyat bir top 3,5 euro ama bir top bizdeki üç topa bedel. En beğenilen ve tavsiye edebileceğim çeşit geleneksel vanilya ve çikolata. Tabii ben gördüğüm bütün değişik lezzetleri denemeye çalıştım. Köprünün hemen başındaki dondurmacı saat 10.00'da açılıyor, sırada ilk biz varız, dondurmalarımızı alıp döndüğümüzde bakıyoruz ki kuyruk uzamışşş gitmiş.


İlk günümüzde şanslıyız, Finlandiya en soğuk yazını geçiriyor olsa da bugün güneşi yakalıyoruz. Ancak, hep lahana modeliyiz. Sırt çantamızda polar, şemsiye, kazak yedekli. Bizim kaldığımız süre boyunca hava 18-19 derece idi ki serin bir hava. Ancak güneş çıktığında yakıcı oluyor, en fazla 22-23 dereceye ulaşan hava sıcaklığı zaten bizdeki yaz sıcağı oluyor.


Seurasaari'de başlıyoruz yürümeye... Ada, köy evleri, kilisesi, kayıkları ile Finlandiya'nın geleneksel yaşantısını anlatan bir açık hava müzesi. Bilet alarak içeride müzeye dönüştürülmüş, eski dönemlerdeki yaşamları anlatacak şekilde düzenlenmiş evlerin içine de girip gezebiliyorsunuz, biz çok tercih etmedik. Zaten atmosfer yeterince o dünyayı yansıtıyordu. Yürürken sincaplar etrafınızda atlıyor, hatta elinizle besleyebiliyorsunuz. Çocuklar için çok keyifli bir eğlence oluyor. Tabii onlar için günün en keyifli anı, güneşin bize gülümsediği bir anda bulduğumuz bir koyda üstte başta ne varsa çıkarıp ördeklerin arasında, soğuk sularda koşturmak oluyor. Tabii burada bizim Finlandiya vizesi almamızda büyük katkıları olan, Joonas ve ailesiyle de buluştuğumuzu, gezimizde ara ara bizim kızlara arkadaşlık edecek güzel oğulları Lukas ve Samuel ile tanıştığımızı da eklemek gerek. 




Seurasaari'de piknik keyfimizi de yapıp yürümeye devam ediyoruz ve ada turumuzu tamamlıyoruz. Ada biraz şehir dışında olduğu için otobüsle gidilip geliniyor. Ada turunda sonra başlıyoruz Helsinki sokaklarını arşınlamaya. Ara ara parklarda çocuklara oyun keyfi, bolca sokaklarda yürüme. Sonuç, Market Place, liman. Yine dondurmalarımızı alıp sokaklara seriliyoruz. Bir uyarı, martılara dikkat, dondurmanızı kapabiliyorlar. Burada kurulan pazarda hem yerel sebze ve meyveler ki başta çeşit çeşit berry'ler ve hediyelik eşyalar bulabiliyorsunuz. Sonrası, final yine bir Türk restoranında pizzayla karın doyurma.

Yine bir ara not, Finlandiya Hükümeti 2009'da bir kararla internet erişiminin herkesin hakkı olduğu sonucuna varmış ve bütün kamuya açık alanlarda ücretsiz wi-fi erişimi sağlamış. Kamu binaları ile birlikte kafe ve restoranların hepsinde wi-fi bulabiliyorsunuz.



Çarşamba günü yine bir ada gezisi var planımızda: Suomenlinna (yine not Suomi, Finlandiya'nın Fince'deki adı. Suomenlinna Finlandiya Kalesi gibi oluyor ki şehrin girişindeki bu adada Finlandiya'nın geçmişteki askeri üssü bulunuyor. Kale, sığınaklar, cephanelik vb)


Bu sefer oldukça rüzgarlı ve yağmurlu bir güne uyanıyoruz ama tabii ki bu bizi durdurmuyor. Limandan vapurla adaya geçiyoruz.





Hava el verdiğince adayı dolaşmaya çalışıyoruz. Belirttiğimiz gibi ada askeri üs olduğu için için surlarla ve toplarla çevrili; bir de denizaltı var. Askeri müze bulunuyor burada da Finlandiya'nın tüm savaş geçmişini görebiliyorsunuz ki sürekli bir savaş halinde olan ülke 1809'a kadar İsveç hakimiyetinde kalmış, daha sonra Rusya'ya bağlı özerk bir Çarlık olmuş, 1917'de de bağımsızlığına kavuşmuş. Ancak 2. Dünya Savaşı sırasında önce Sovyetler sonra Almanya ile ağır savaşlar yaşamış. Yıl yıl bu geçmişi müzede yaşayabiliyorsunuz.

Ve Çarşamba akşamı bizi Stockholm'e götürecek Silja Line feribotuna yerleşiyoruz. Helsinki'den Stockholm ve Talin'e cruise gemileriyle seyahat edebiliyorsunuz, biz Stockholm'ü tercih ettik. 2 günlük bir seyahat; geceleri 16 saat kadar bir yolculuğu gemide-denizde geçiriyorsunuz. Akşam 17.00'de Helsinki'den kalkan gemi sabah 10.00 gibi Stockholm'e varıyor (arada 1 saat zaman farkı var); 7 saat kadar şehirde geçirdikten sonra yine 17.00'de gemiye binip Helsinki'ye dönüyorsunuz. Aşağıdaki resimlerde de göreceğiniz gibi her yer kayalık, irili ufaklı adalar. Bu daracık boğazdan geminin nasıl geçtiğine şaşırıyoruz. 




Buraya kadar bahsetmediğimiz, olayın güzel yanı havanın kararmaması. Saat 16.00-17.00 gibi aslında genelde en güzel ve sıcak saatler oluyor. Güneş -biz oradayken- 22.30 gibi batıyordu, ama battıktan sonra da güzel bir alacakaranlık hala devam ediyor. Dolayısıyla saatin kaç olduğunu genel olarak fark etmiyorsunuz, gün siz yorgunluktan bayılana kadar bitmiyor.

Feribot, cruise gemisi olduğu için güzel bir otel konforunda. İçinde çeşit çeşit restoranları, oyun alanları, şovların yapıldığı sahnesi, terasta jakuzileri var. Bir de duty free mağazası var ki genel olarak pahalı olan Finlandiya'da içki daha da pahalı olduğu için gemiden alışveriş yapmak oldukça avantajlı. Çocuklar hem gösterilerde hem çocuk oyun alanlarında oldukça keyifli vakit geçiriyor. Bizim kamaramız en alt katta ve odalar tabii ki oldukça küçük (geminin 12 katlı olduğunu belirtmek gerekir). Dolayısıyla ilk gece tahmin etmediğim şekilde bir klostrofobi yaşıyorum; üzerimde 12 katla suyun altında uyumaya çalıştığımı düşünerek. Sonra durumu kanıksıyorum. Zaten yorgunluktan kimsenin gözü bir şey görmüyor.

Gemide akşam yemeği ve sabah kahvaltısı ön ödemeli olarak pakete dahil edilip alınabiliyor, açık büfe bu şekilde avantajlı oluyor. Aman dikkat, deniz ürünleri ve tuzlu tereyağları çok lezzetli, mide fesatı biz geçirdik, başkalarının canı yanmasın. 

Sabah Stockholm'de uyanıyoruz. Silja Line biraz şehir dışına yanaşıyor, buradan otobüslerle şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Diğer alternatif Viking Line, şehrin içindeki limana yanaşıyor ama biraz daha küçük bir gemi. Biz Silja Line'i tercih ettik, gemiden inince atlıyoruz otobüse, ver elini Stockholm, Vasa Museo. Yine kapalı ve yağmurlu bir sabah ama keyifler yerinde. 

Vasa Müzesi, adını içindeki Vasa gemisinden alıyor. 1650'de batan Vasa suyun altından çıkarılmış ve neredeyse üzerine bir müze inşa edilmiş. Gemiyi tüm haliyle burada görebiliyorsunuz. Filmlerde gördüğümüz korsan gemilerinin gerçeği karşımızda. Yaklaşık 2 saatlik bir turla müzeyi dolaşıyoruz. Denizden çıkan gemici iskeletlerinden, o zamanki yaşamı anlatan heykellere, dolu dolu bir müze.

Müzeden sonra istikamet Old Town. Biraz yürüyerek sahile ulaşıyoruz, oradan şehir hatları vapuruyla eski şehre geçiyoruz ki tüm dünya burada. (Bu arada Abba Müzesi'nin de önünden geçiyoruz  ama ciddi bir kuyruk var ancak dışarıdan fotoğrafını çekip ilerliyoruz. Bir de iskelede muazzam bir lunapark var, çocukların içi gidiyor ama maalesef zaman kısıtımızdan uğrayamıyoruz.)




Daracık sokaklar, arnavut kaldırımı yollar, renkli binalar... Resimlerde gördüğümüz Stockholm burası. Yine dondurmalar elimizde, yağmurluklar üzerimizde, çocuklar kah Özkan'ın sırtında, kah pusette dar sokakları turluyoruz.
Kalabalık ve yollar zaten sizi sürüklüyor, kiliseler, meydanlar (ki Nobel Müzesi de burada), kafeler, mağazalar... Burasının ruhu gerçekten hissedilmeli. Büyük kilisenin içindeki heykeller ve süslemeler görülmeye değer. Krallık sarayı da burada, bahçesinden şöyle bir el sallayıp bizi gemiye ulaştıracak otobüsü bulmaya gidiyoruz. Otobüs içinden bilet alınamadığı ve biz de bunu bilmediğimiz için beyler bilet bulmak için Stockholm sokaklarında bir depar daha atıyorlar biz durakta beklerken. Heyecanlı ve stresli bir koşturmadan sonra neyse ki gemiyi zamanında yakalıyoruz.


Yine bir gemi gecesi. Güzel yemekler, gösteriler, terasta denize ve şehre karşı yudumlanan içkiler... Sabah Helsinki bizi bekler.

Tatilimizin bundan sonraki bölümü için araba kiralamıştık. Arabamızı teslim alıyor ve yine düşüyoruz yollara. Son hedefimiz ev sahibimizin memleketi Kangasniemi, biraz daha kuzeyde, göl kenarında bir kent. Oraya gitmeden önce son bir turistik gezi için Porvoo'ya uğruyoruz. Porvoo, Finlandiya'nın en eski ikinci kentiymiş; 13. yy'a kadar uzanan bir tarihi var. Sokaklar, evler, kilise hep tarihi anlatıyor. Çoğu hediyelik ürün mağazasına veya kafeye dönüşmüş binalardan gözlerimizi alamıyoruz. Yürüyerek şehri dolaşıyoruz, bir kafede yine çocuklar dondurmalarına biz kahvelerimize kavuşuyoruz ve atmosferin keyfini çıkarıyoruz. 





Porvoo turumuzu da tamamlayıp heyecanla düşüyoruz Kangasniemi yollarına. Sağ yanımız orman, sol yanımız orman, ara ara göller, üzerimizde de bol bulutlu gökyüzü. Kangasniemi, Helsinki'den yaklaşık 3 saat uzaklıkta. Trafik hatta pek araba olmadığını düşündüğümüz Finlandiya'da otobanda oldukça yoğun bir trafikle karşılaşıyoruz. Günlerden Cuma olduğu için yazlıklarına giden insanların yoğunluğu. Bu arada, trafik kurallarına uymak çok kritik, hiç affetmiyorlar, cezalar oldukça yüksek, bir de değişik bir uygulama olarak trafik cezası kişinin gelir durumuna göre belirleniyor. Polis ceza kestiğinde sizin kimlik bilgilerinizden kazancınızı görüyor, ona göre belli oranlarda ceza kesiyor. Hatta üst düzey bir Nokia yöneticisinin böyle bir durumda 300 bin Euro ceza ödediğini anlatıyorlar. Karşılaştığımız herkes, aman dikkat, bütün tabelalara uyun diye bizi uyarıyor.

Ve Kangasniemi... 5-6 bin nüfuslu, bize göre bir sayfiye kasabası. İçine girer girmez sakinliği ve huzuru hissediyorsunuz. Zaten şehirde polis bile yok, gerek duymuyorlar. Evimiz göl kenarında, önümüzde sadece bahçe ve uzayıp giden bir göl var. Niemi, yarım ada anlamına geliyor, Kangasniemi Kangas Yarımadası, Kangas'ın anlamına ilişkin de çeşitli rivayetler var. Yer isimlerinde genel olarak doğal yapılar baz alınmış.

Cumartesi için planımız, hep duyduğumuz, merak içinde beklediğimiz adaya gitmek. Tüm ailenin toplandığı bir ada günü planlanıyor, çeşitli şehirlerden ailenin bireyleri toplanıyor. Güzel bir güne hazırlık yapıyoruz. Ada, genişçe bir ev büyüklüğünde, ailenin bireyleri için üç tane kulübe var. Elektrik yok, su yok ama sauna var, göl var, huzur var. Bu arada sürekli yemek yiyoruz, neredeyse iki saatte bir elimizde yiyecek bir şeyler. Ekmekler çok güzel, kahvaltıda bol ekmek, tereyağı, peynir tıka basa doyarken 2 saat sonra Eila'nın ev yapımı yaban mersini payı, kabaklı keki, pulla'sı ve tabii ki bunların üzerinde bol bol krema ve dondurması tatil sonunda bize 3 kilo olarak geri dönüyor. Neyse, tatildeyiz, yiyeceğiz içeceğiz. Finlandiya'da genel olarak patates en revaçta sebzemiz. Her yemekte, 8 kişi 2 kilo patates ve üzerine tereyağı tüketiyoruz. Patates gibi ağırlıklı olarak kök sebzeler bulunuyor. Yemeklerimiz genel olarak et, yanına haşlanmış sebzeler. Sağlıklı gibi görünse de yediğimiz tereyağı ve kremanın haddi hesabı yok. 
Gelelim ada maceralarımıza, buradaki en büyük keyif tabii ki sauna ve göl. Hava 18-19 derece, şanslıyız bugün güneşli. 




Ve günün en keyifli anı, sauna hazırlanıyor, ısıtılıyor. Erkekler ve kadınlar ayrı ayrı saunaya giriyorlar, çünkü buranın ritueli saunaya ve göle çıplak girmek. Saunada 80 dereceye ısındıktan sonra gölün buz gibi - gerçek anlamda buz gibi- sularına atlıyoruz. İlk deneme çok zorlu geçiyor ama ikinciden sonra gölden çıkmak istemiyoruz. Soğuk, sakin sularda hiçbir şey düşünmeden yüzmek tüm yorgunluğumuzu, gerginliğimizi alıyor. Çocuklar için de inanılmaz bir deneyim ve keyif oluyor. Vücudu şoka sokmadan tadında bırakıp çıkıyoruz ve yemeye kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu sefer gelsin odun ateşinde, sacda pişen krepler. Çeşit çeşit berry reçelleri ve kremayla tatlandırılmış enfes krepler.
Saatlerimize göre akşam, güneşe göre öğleden sonra saatlerinde eve dönme vakti geliyor. Hava kararmadığı için çocukları yatağa göndermek zor tabii ama bu kadar yorgunluktan sonra yatağa yattıkları anda 30 saniyeyi bulmuyor uyumaları.

Etiketler: , , , , , , ,

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home