Salı, Temmuz 13, 2010

GENOVA

Genova’ya vardığımızda gece oldukça geç bir saatti, şehri tam olarak göremesek de beklediğimizden çirkin bir şehirle karşılaştık.



Ertesi sabah planımız Portofino kıyılarına kendimizi atmak ve mümkünse denize girmekti. Ama sabah uyandığımızda gökyüzü ve şehir manzarası hayal kırıklığına uğrattı bizi. Sağanak yağış, kapalı bir hava.. Hemen resepsiyona atıp kendimizi ‘Acaba Portofino’da hava nasıldır’ diye sorduk ama “orası da buradan farklı değildir” yanıtıyla biraz daha çöktük. Zaten bundan sonra tatilimizin büyük kısmında internetten saat saat gideceğimiz her noktadaki hava durumunu takip etmeye başladık ama bizim takip etmemiz havanın yön değiştirmesini sağlamadı. Her gün, “tamam yarın daha güneyde bir yerde olacağız, orada kesin hava daha güzeldir” umuduyla uyuduk ve Güney Fransa sahillerine sanırım tarihlerindeki ilk sel felaketini getirdik.
Neyse, hala Portofino için umudumuzu yitirmeden yola koyuluyoruz. Yaklaşık 40 km’lik bir yol, otobandan gitmeyi tercih ediyoruz. Sahile indiğimiz ilk yer Santa Margarita.. Hadi henüz hava izin veriyorken az da olsa denize girelim diyoruz ve gördüğümüz ilk plaja atlıyoruz.. Amaaa, girişte kişi başı 23 Euro gibi bir ücretle karşılaşınca tereddüt ediyoruz. Denize bile girebileceğimiz şüpheliyken, sadece yarım saat için biraz fazla geliyor. Neyse deyip Portofino’ya devam ediyoruz. Portofino için bir blog’da rastladığım “Portofino dediğimiz yer zaten küçücük bir koy, 50 adım sağa 50 adım sola olmak üzere U şeklinde yaklaşık 150 adımlık bir koy.” Cümlesi zaten her şeyi anlatıyor. Ama o 150 adımlık koya bakmaya doyamıyoruz. Zaten limandaki ‘tekneler’ de ne kadar popüler olduğunun göstergesi.. (Bizi gezimiz boyunca takip edecek Ocean's Pearl'e selamlar - resimdeki gri tekne-)Bu küçük koyun tadını çıkardıktan sonra, sahildeki cafelerin birinde yemeğimizi yiyoruz ve bu noktada Cafe Excalsisor’un pizzalarını tavsiye etmeden geçemiyorum.


Daha aklımızda Cinque Terre olduğu için fazla da zaman kaybetmeden yine yollara vuruyoruz kendimizi.. Güneşin biraz kendini göstermesiyle, az önce girmeye teşebbüs ettiğimiz plajın kenarında kumlara yayılmış insanları görüyoruz. Evet, burası ‘halk plajıymış’ çocukları suya atıp, eni 10 mt, boyu 15 mt plaja yayılıyoruz, olsun suya ayağımız değiyor..
Yine sevgili Vito’muza atlayıp ver elini Cinque Terre.. (Yine bloglarda adına rastladığımız ve anlatılmakla bitmeyen 5 köyün oluşturduğu bölge) Tomtom’umuza ilk köyün adını girip yola çıkıyoruz ama dağlardan, patikalardan giden yol bir türlü bitmiyor. En son Levanto’ya geldiğimizde sevgili Tomtom’un bizi soktuğu patikanın sonunda karşımıza çıkan merdivenler maceramızı tamamlıyor. Binbir güçlükle arabayı geri geri çıkarıp ana yola dönüyoruz, uzaktan köyleri görüyoruz ama bir daha denemeye cesaretimiz kalmıyor. Biz de sahile atıyoruz kendimizi. Akşam güneşinde, geniş ve bomboş kumsalda şezlonglara serilip, çocukları yine kum ve kovalarıyla buluşturduktan sonra muhteşem manzaranın tadını çıkarıyoruz. (Tatilden döndükten sonra bulamadığımız Cinque Terre’nin fotoğraflarını görüp, kaçırdığımıza üzülüyoruz ama olsun, Levanto da bizim için yeterince keyifliydi). Deniz keyfinden sonra yine yemek arayışındayız. Bir balık restoranına giriyoruz. Onur’la ben hatalı bir tercihle avuç içi kadar gelen ızgara kılıç balığımıza hayıflanırken, Duygu’yla Özkan 2 kişilik olmasına karşın 6’ımızı da doyuracak büyüklükte deniz ürünleri risottoyla ziyafet çekiyorlar ve bize de işkence yapıyorlar. Cinque Terre şarabının tadına hiç birimiz doyamıyoruz ama akşamın o saatinde şarap arayacak gücü bulamıyoruz.
Hepimiz yorgunluktan bitmiş bir şekilde koltuklarımıza serilip, Genova’da otelimizin yolunu tutuyoruz ve ah Cinque Terre’ye bu kadar yaklaşıp nasıl bulamadık ve nasıl şarap almadan döndük hayıflanmasıyla kendimizi yatağa atıyoruz.



Vee Genova sabahı.. Yine bulutlardan kurtulabildiği sürelerde bizi kavuran güneşle birlikte Genova Antik Liman’a iniyoruz. Öncelikle tavsiye üzerine Akvaryum’a giriyoruz. Gerçekten, penguenden, yunusa, köpek balığından deniz atına her türlü deniz canlısını barındıran akvaryumda çocuklarla koşturuyoruz. Çıkışta Kristof Kolomb’un gemisinin fotoğrafını çekip, içini gezecek enerjiyi kendimizde bulamadan çocukları sahildeki çocuk parkına atıp, banklara seriliyoruz. Yine Antik Liman’daki kafelerden birinde yemeğimizi yedikten sonra son durağımız Nice’e doğru yola çıkıyoruz.
Genova – Nice yolu dünyada en fazla tünelden geçilen otoban sanırım. Genel olarak tüm Batı İtalya ve Güney Fransa tünellerden ibaret zaten. Yol üzerinde yine gelmişken görelim diye San Remo’ya sapıyoruz. Ama sanırım havanın da bu kadar kapalı ve gri olması nedeniyle aradığımız güzelliği pek bulamıyoruz. Sahilde biraz yürüdükten sonra Nice’e devam ediyoruz.

Etiketler: , , ,

1 Comments:

Blogger Özlem Balıkcı said...

Hadi Nice'i bekliyoruz :))))

1:51 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home