Cuma, Temmuz 16, 2010

ANTIBES – GRASSE – CANNES

Artık denize girmek istiyoruz… Hava hala muhalefete devam etse de Antibbes’e doğru yola çıkıyoruz. Buraya gelmeden önce bize Juan Les Pins’deki plajlar tavsiye edilmişti. Yine her yerde parayla girip, şemsiye ve şezlongtan yararlandığınız özel plajlarla birlikte hemen yanı başlarında havlunuzu serip oturabileceğiniz halk plajları mevcut. Halk plajlarında da duş olduğundan biz yine arabada üstümüzü değiştirip kendimizi kumlara atıyoruz. Kum dediysem öyle göz alabildiğine bir kumsaldan bahsetmiyorum, 10 mt genişliğinde yol kenarları.. Biraz gece bastıran yağmurun biraz da rüzgarın taşıdıklarının etkisiyle sanırım deniz oldukça bulanık ve kirliydi. En azından buna inanmak istiyorum bu dünya sosyetesinin vazgeçemediği yerlerin gözümdeki değerini kaybetmemesi için. En azından deniz isteğimizi bir nebze tatmin edip Cannes’a doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde Grasse’a sapmadan geçmiyoruz. Grasse, denizi çevreleyen tepelerde bir kır kenti, Fransa’nın parfüm başkenti olarak biliniyor. Zaten yol üzerindeki reklam tabelaları da sizi yönlendiriyor. Biz yine fabrikaların en ünlülerinden Fragonard’a gidiyoruz. Eski üretim yerlerini müze haline getirmişler, gruplar halinde içeriye alarak parfüm ve sabunun üretim macerasını anlatıyorlar. Oldukça keyifli bir geziydi. Modern teknoloji öncesinde özellikle yasemin gibi yüksek sıcaklığa dayanamayacak olan narin çiçeklerin kokusunun alınabilmesi için aylarda domuz yağına bastırılmaları ve sonra bu domuz yağı tabletlerine biriken kokunun alkole aktarılması en ilginç hikâyeydi. Fabrikanın satış alanı var tabii ki, birkaç ufak hediyelikle buradan ayrılıyoruz ama binadan çıkar çıkmaz korkunç bir yağmura yakalanıyoruz. Neyse, henüz tepedeyiz, deniz kenarında hava böyle değildir deyip Cannes’a devam ediyoruz.
Gerçekten, nispeten hava güneşli, iyice acıkan karnımızı doyurmak için deniz kenarındaki ana caddede yer alan kafelerden birine giriyoruz. Yine, lezzet olarak çok tatmin edici olmasa da yemeğimizi yiyip, yine güzel Rose’mizi içiyoruz. Sanırım bu tatildeki en az tatmin olduğumuz bir diğer konu yemek oldu, gerek her seferinde açlığımızın son raddesindeyken kendimizi atacak bir yer aradığımız için gerekse tatil öncesinde bu konuda çok iyi araştırma yapmadığımız için birkaç yer dışında aradığımız değişik ve güzel lezzetleri bulamadık. Sonuç olarak, yemeğimizin son dakikasındayken birden bastıran sağanak yağmurla kalakalıyoruz. Yemek yediğimiz kafenin 5 m2 olan iç kısmına kendimizi atıp yağmurun dinmesini bekliyoruz. Sanırım, kafenin sahibi artık bizden sıkıldığından ‘yağmur bitti’ diyor, biz de iyi o zaman biz gidelim deyip çıkıyoruz ama yağmurun olanca hızıyla devam ettiğini fark ettiğimizde geri dönüş şansımız kalmıyor. Gelmişken görmeden gitmeyelim diye bir koşu kendimizi meşhur tiyatro binasına atıyoruz, hayal kırıklığına uğradığımız o meşhur merdivenlerde fotoğraf çekiyoruz ve arkasından fark ediyoruz ki yanlış merdivenlerdeyiz. Ama, yağmur 50 mt ilerdeki gerçek festival sarayına ulaşmamıza izin vermiyor, n’apalım deyip, erkekleri arabayı almaya gönderip, çocuklarla saçak altında bekliyoruz. Sonuç, Cannes bizim için tam bir hayal kırıklığı.. Zaten Perşembe akşamı olması itibariyle Akın ailesinin Aşk-ı Memnu partisine davetliyiz. Otelimize dönüp, odada bilgisayardan internet üzerinden Aşk-ı Memnu’nun finalden önceki bölümünü izliyoruz. Zaten o kadar yorgunuz ki, kimsenin çıkıp dolaşalım diyecek hali yok.
Bu arada tüm haberlerde Güney Fransa'yı talan eden sel baskınlarından söz edilirken, halimize gülüyoruz.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home